Giriş
Jinekolojik olarak dışardan görünen genital bölgeye vulva denir. Vulva anteriorda mons pubis, posteriorda perine, laterallerde ingüinal katlantılar ve ortada himenden oluşan bölgelere ayrılır ve mons pubis, labia majör ve minör, himen, klitoris, vajina vestibulu, üretral orifis, skene ve bartolin bezlerinden oluşur. Vulvanın farklı bölgelerinin embriyolojik yapısı farklıdır. Mons pubis, perineum ve labia ektodermden gelişir. Vulvar vestibul ise endodermden gelişir ve nonkeratinizedir. Vulva derisi vücudun diğer deri alanlarına benzer; ter bezi, sebase bez ve kıl foliküllerinin bulunduğu keratinize, stratifiye ve skuamöz epitel yapısına sahiptir. Vulva derisinin keratinizasyon derecesi labia majörden klitorise ve labia minöre doğru azalır (1-3).
Vulvar hastalıkların doğru teşhis ve tedavisi için ayrıntılı anamnez (Tablo 1), dikkatli mukokutanöz muayene, bazı dermatolojik esasların bilinmesi gereklidir. Vulvanın sıcak ve nemli ortamından dolayı bu bölgedeki birçok hastalığın klinik görünümü değişebilir. Skuamlarla seyreden dermatozlarda skuam görülmeyeceği gibi keskin sınırla seyreden bir dermatozda da keskin sınır olmayabilir. Keratinize deride ve oral mukozada skara neden olmayan bir dermatoz labia minörde aglütinasyona (rezorpsiyona), introitusta daralmaya ve klitoriste skara neden olabilir. Herhangi bir enflamatuvar durumda vulvada skar gelişebilir (2-4).
Vulvayı etkileyen hastalıklar enflamatuvar dermatozlar, enfeksiyonlar, tümörler, pigmentasyon değişiklikleri ve kronik ağrı sendromu gibi geniş bir yelpazeye sahip olduğu için sistematik bir sınıflandırma yapmak oldukça zordur. Uluslararası Vulvovajinal Hastalıklar Çalışma Grubu’nun (UVHÇG) hedefleri arasında bu hastalıkları sınıflandırmak ve terminolojiyi standardize ederek klinisyenlerin doğru teşhis ve tedavilerine yardımcı olmak yer almaktadır. Bu amaç doğrultusunda UVHÇG vulvada görülen hastalıkları vulvar intraepitelyal neoplaziler, vulvar dermatozlar ve vulvodinia ana başlıkları altında toplamıştır. UVHÇG vulvada görülen dermatozları 2006’da (Tablo 2) histopatolojik özelliklerini, 2011’de ise (Tablo 3) klinik özelliklerini esas alarak sınıflandırmıştır. 2011’deki yapılan sınıflama 2006’daki sınıflamanın yerini alacak bir sınıflama değildir, ancak klinisyenlerin sadece klinik bulgularla tanı koymalarına yardımcı olacak bir sınıflamadır (3-6). Bu derlemede UVHÇG’nin 2006’da yapmış olduğu sınıflama esas alınarak vulvar dermatozlar gözden geçirilecektir.
Vulvanın Spongiotik Dermatozları
Sağlıklı vulvanın bariyer fonksiyonu için nem ve esnek doku özelliğine sahip olması gerekir. Vulvovajinal sekresyon vulvaya nem ve esnek doku özelliklerini kazandırır. Bu nedenle vulvovajinal sekresyonun vulvadan silinerek uzaklaştırılmaması gerekir. Östrojenin vajina ve introitusun yapı ve işlevini sürdürmesinde önemli bir yeri vardır. Menapoz, emzirme dönemi, postpartum dönem, oral kontraseptif ve tamoksifen gibi medikal tedaviler ve premenarştaki düşük östrojen seviyeleri hastalarda irritan kontakt dermatitin (İKD) yanı sıra tüm kontak dermatitlerin gelişimini artırır (7).
İrritan ve Alerjik Kontakt Dermatit
İKD ve alerjik kontakt dermatitlerin (AKD) ayırt edilmesi zordur. Her ikisi aynı anda bulunabileceği gibi vulvovajinal fungal enfeksiyonların da benzer klinik özellik göstermesi bu gruptaki hastalıkların ayırımını daha da güçleştirir (8). Kontakt dermatitlerin insidansı Oxford’daki bir vulva kliniğinde yapılan çalışmada %20-30, Avusturalya’da ise %15 olarak bildirilmiştir. Ancak geniş kitleleri içeren çalışma olmadığı için tam olarak insidansı bilinmemektedir (9,10). Vulvada irritasyona sebep olabilen birçok etken bulunmaktadır (Tablo 4) (7,11).
İKD’ler AKD’lerden daha sıktır. İKD substansın alerjik kompenenti olmaksızın direkt toksik etkisine bağlı olarak meydana gelir ve vulvada sık görülür. Podofilin, antiseptikler, antifungaller, nemlendiriciler ve kontraseptifler gibi ajanlar İKD yapabileceği gibi, sıkı ve hava aldırmayan çamaşır giyme, aşırı sıcak, idrar, vajinal akıntı ve fiziksel aktiviteler de vulvanın bariyer fonksiyonunu bozabilmekte ve İKD oluşumunu kolaylaştırmaktadır (11-13).
İrritan dermatitli hastaların temel şikayetleri etiyolojide yer alan sebebe bağlı olarak şiddeti değişebilen kaşıntı, yanma ve irritasyondur. Subakut olgularda kızarıklık, şişlik, kabuklanmanın yanı sıra, belirgin ödem ve şişlikle birlikte erozyon ve nadiren de ülser görülebilir. Kronik olgularda ekskoriasyon, dispigmentasyon ve skuamlar gözlenebilir. Sekonder enfeksiyon gelişirse püstül, kabuklanma ve fissür oluşabilir (7,13-15). Tanı klinikle konulmakla birlikte şüpheli olgularda histolojik incelemeye başvurulabilir (7). İKD’lerin histolojik bulguları nonspesifiktir. Histolojik incelemede spongioz, bazen akantoz ve parakeratoz ve dermal enflamatuvar infiltrat görülür (7).
AKD duyarlı kişilerde hücre aracılı immünolojik bir reaksiyondur. AKD’de antijen sunan Langerhans hücreler, T lenfositler ve çok sayıda sitokinler rol alır. Duyarlanma alerjenlerin kimyasal yapısı (güçlü veya zayıf), genetik predispozisyon, yaş gibi faktörlerin kompleks ilişkisine bağlı olarak meydana gelir. Önceden duyarlı olan kişilerde alerjenle temastan 12-48 saat sonra semptomlar ortaya çıkar. Yapılan bir çalışmada AKD’li hastaların %58’inde patch testi pozitif bulunmuştur. Bu hastalarda en çok AKD’ye sebep olan alerjenler kokulu maddeler, kortikosteroidler, ilaçlar ve anestezikler olarak tespit edilmiştir. Yapılan çalışmalarda anestezikler içerisindeki benzokainin ve nikelin en sık AKD sebebi olduğu tespit edilmiştir. Vulvada AKD’ye neden olan ajanlar aşağıda yer almaktadır (Tablo 5) (7,8,10,16,17).
AKD’nin akut evresindeki bulgular alerjenle temas yüzeyinin dışına taşan vezikülasyon, ödem, erozyon ve şiddetli kaşıntıdır. Subakut ve kronik dönemde pruritus ve yanma azalmakla birlikte geceleri uykudan uyandıran kaşıntılar olabilir. Vulvada İKD’ye benzer şekilde kızarıklık, ekskoriasyon, skuam, pigmentasyon değişiklikleri ve likenifikasyon gözlenir. Sekonder enfeksiyon oluştuğunda püstül, fissür, kabuklanma ve seropürülan akıntı eşlik eder. Tanı hikaye ve klinik görünümle konur. Biyopsi şüpheli durumlarda yapılabilir. Ancak İKD’den farklı olarak akut durumlarda spongiozun daha belirgin olduğu görülür (7,8).
Kontakt dermatitlerin tedavisindeki en önemli noktalardan biri hastanın alışkanlıklarının sorgulanarak etiyolojide rol alabilecek etkenlerin uzaklaştırılmasıdır. Temizliğin sadece suyla yapılması ve temizleyicilerin kullanılmaması, suyla temizlendikten sonra ovalamadan kurulanması ve petrolatumun ince bir tabaka halinde uygulanması tavsiye edilebilir. Östrojen eksikliği varsa östrojen tedavisi, sekonder enfeksiyon varsa enfeksiyonun tedavisi yapılmalıdır. Hidroksizin, doksepin, setirizin gibi oral antihistaminiklerin yanı sıra inflamasyonu baskılamak için 2-3 hafta topikal veya kısa süreli sistemik kortikosteroidler kullanılabilir (7).
Kontakt dermatitlerin akut vezikülobüllöz formu diğer büllöz hastalıklara benzeyebilir. Ancak skatrisyel ve büllöz pemfigoidde direkt immün floresan (DİF) bulguları pozitiftir. Langerhans hücrelerinin ve antijen sunan hücrelerin intraepidermal birikimi kontakt dermatit için yol gösterici olabilir. İntraepidermal eozinofilide kontakt dermatiti destekler ancak bu durumun fungal enfeksiyonlarda da olabileceği unutulmamalıdır. Dermatofitozlarda stratum korneumda fungal elemanlar görülerek kontakt dermatitlerden ayırımı yapılır (3).
Atopik Dermatit
Atopik dermatitli hastalarda spesifik vulvar şikayetler çok sık olmaz. Ancak atopik dermatit çok yaygınsa vulvada lezyonlar olabilir. Vulvar dermatiti olan hastaların yaklaşık %75’inde atopik dermatit öyküsü olduğu saptanmıştır. Bu gruptaki hastalarda en sık görülen lezyonlar labialar arasında, perianal bölgede ve natal kleftte eritemdir (8,18).
Akantotik Patern
Psoriasis kronik relapslarla seyreden toplumda yaklaşık %2 oranında görülen papüloskuamöz bir hastalıktır. Genetik geçişin yanı sıra, çeşitli tetikleyici faktörlerle de agreve olabilir (8,19). Psoriasisli kadınların %5-15’inde vulvar semptomlar görülür. Tırnak tutulumlu psoriasis hastalarının %32,7’sinde vulvar tutulum, vulvar tutulumlu psoriasis hastalarının %20,3’ünde tırnak tutulumu bildirilmektedir (3,4).
Psoriasis lezyonları labia majör ve mons pubiste eritematöz zemin üzerinde kuru ve skuamlı plak ve papüller şeklindeyken, fleksural alanlarda skuamsız, nemli ve eritematözdür. Fleksural alanlarda skuam yoktur, ancak eritem keskin sınırlıdır. Psoriasis skar bırakmayan bir dermatoz olmasına rağmen literatürde labia minör hasarının görüldüğü psoriasis hastaları yer almaktadır (8,20,21).
Psoriasis vulgaris genellikle mukozaları tutmayan bir hastalıktır. Psoriasisli kadın hastalar vulva kaşıntısı ve perianal lezyonlardan şikayet edebilir. Zamirska ve ark. (22) 93 psoriasisli kadın hastayı içeren çalışmalarında, hastaların %44’ünde vulva şikayetinin bulunduğunu ve bu hastalarında %23,7’sinde vulvada lezyon olduğunu bildirmişlerdir. Psoriasisin ispatlanamamış olsa da tekrarlayan abortuslar, hipertansiyon ve sezaryen ile doğum gibi gebelik komplikasyonlarıyla da ilişkili olabileceği ileri sürülmektedir (23).
Psoriasisin histolojik incelemesinde tipik olarak parakeratoz, akantoz, rete ridgelerinde uzama, granüler tabakada incelme veya kaybolma, epidermiste nötrofil birikimi görülür. Bu bulgulara papiller ödem ve perivasküler dermal inflamasyon eşlik eder (19). Ancak Kapila ve ark. (24) 194 olguyu içeren retrospektif çalışmalarında vulvar psoriasiste biyopsinin genellikle tanı koydurucu olmadığını bildirmişlerdir.
Ayırıcı tanıda kandidiyazis, tinea, liken simpleks kronikus, meme dışı Paget hastalığı ve kontakt dermatitler düşünülmelidir. Histopatolojik olarak belirgin granüler tabaka veya spongioz odağının varlığı tedavi altındaki veya iyileşmiş psoriasiste görülebilir. Böyle bir durumda doğru tanı için klinikopatolojik korelasyon gerekir. Meme dışı Paget hastalığında sitokeratin-7 pozitif boyanan intraepidermal epiteloid neoplastik hücrelerin varlığıyla tanı konur. Epidermiste fungal elemanların görülmesiyle ise yüzeyel mantar enfeksiyonların tanısı kesinleştirilir (3).
Liken Simpleks
Vulvayı etkileyen herhangi bir kaşıntılı dermatoz vulvada sürekli ovalama veya tırnaklarla kaşımaya sebep olur ve bunun sonucunda liken simpleks kronikus meydana gelebilir. Bu uzun süreli kaşıntı ve ovalamaya sekonder olarak vulva derisi likenifiye olur, skuamlı görünümün yanı sıra, hipo veya hiperpigmentasyon gelişir. Labia majörde kıllarda dökülme olur ve ekskoriasyona bağlı şişme ve tırnak izleri görülebilir. Kaşıntı ve kaşıma kısır döngüsü oluşur. Kaşıntıya emosyonel ve fiziksel faktörler de neden olabilir (25).
Liken simplekste histolojik olarak akantoz ve hiperkeratoz, parakeratoz, granüler tabakada kalınlaşma, retelerde belirgenleşme ve enflamatuvar infiltrat görülür. Papiller dermiste lameller kalınlaşma ve bazende perinöral fibrozis eşlik eder (19).
Liken simpleksin tedavisinde öncelikle kaşıntı kaşıma kısır döngüsünün kırılması gerekir. Hastaya vulva bakımıyla ilgili genel bilgiler verilerek, başlangıçta kısa dönem potent topikal kortikosteroidler verilebilir. Kaşıma geceleri oluyorsa sedatif antihistaminikler verilebilir. Kontakt dermatitler, demir eksikliği gibi sistemik hastalıklar dışlanmalıdır (25).
Likenoid Patern
Liken planus (LP) immün yetmezlik, malignensiler, siroz, peptik ülser, hepatit B, hepatit C ve ülseratif kolite eşlik edebilen kronik, hücre aracılı immün reaksiyondur (3). Vulvar hastalıklar kliniğinde yapılan bir çalışmada vulvar LP oranı %3,7 olarak bildirilmiştir (26). LP’li kadınların yarısında genital tutulum görülür. Vulvovajinal LP genellikle oral lezyonlarla birlikte görülürken, deri lezyonlarıyla birlikteliği daha azdır (3).
Vulvar LP’nin eroziv, papüloskuamöz ve hipertrofik olmak üzere 3 tipi vardır. Kadınlarda birden fazla tipi bir arada görülebilir. Vulvada en sık eroziv LP görülür ve nonenfeksiyöz eroziv vulvar hastalıkların en sık nedenidir. Klinikte parlak kırmızı ve eritemli erode alanlar retiküler plaklarla çevrili olarak görülür. Labial atrofi, klitoral fimozis, introitusta daralmayla sonuçlanan skar gelişebilir. Son yıllarda eroziv LP’nin tanısı için bir konsensüs oluşturulmuştur. Buna göre;
1) Skar,
2) Hipertrofik kenar ve Wickham striaları,
3) Diğer mukozal tutulum,
4) Vajinal introitusta düzgün sınırlı erozyon,
5) Ağrı/yanma semptomları,
6) Vajinal inflamasyon,
7) Dermo-epidermal bileşkede bant benzeri inflamasyon,
8) Lenfosit hakimiyeti,
9) Bazal dejenerasyon bulgularından 3 tanesinin varlığıyla eroziv LP tanısı konabilir (3).
Papüloskuamöz LP’de anogenital deride tipik LP papülleri bulunur ve en sık labia majörde görülür. Hipertrofik tip daha çok perineum ve perianal bölgeye yerleşir, verrüköz görünümlü plaklar oluşur. Bu plaklar ağrılı, ülsere, enfekte olabilir ve bu şekliyle malignensilerle karışabilir (3,19). Papüloskuamöz lezyonlar hiperpigmentasyon bırakarak iyileşirken, hipertrofik ve eroziv lezyonlar daha kronik seyirlidir, kalıcı atrofinin yanı sıra nadiren malignensi de gelişebilir (27).
LP’nin histolojik incelemesinde hiperkeratoz, akantoz, retelerde testere dişi görünümü, granüler tabakada kalınlaşma, bazal hücrede likefaksiyon görülür. Epidermisin bazal tabakasında nekrotik keratinositlerle (kolloid cisim) ilişkili vaküolar interfaz değişim gözlenir. Dermiste çoğunlukla T lenfositlerinden oluşan bant şeklinde dermal infiltrat vardır. DİF incelemede bazal membran zonunda fibrinojen, immünglobulin M (IgM), sitoid cisim, nadiren IgA ve IgG birikimi görülür (19,28). Eroziv LP’nin histopatolojisi bazen klasik LP özelliklerine sahiptir, ancak genellikle biyopsi hem zordur hemde nonspesifiktir. Hipertrofik LP’de ise klasik LP bulgularının yanında egzajere akantozis görülür (3).
LP’nin tedavisindeki ilk adım hastanın beta blokerler, NSAİ ilaçlar, tiyazid diüretikleri gibi likenoid ilaç erüpsiyonuna neden olabilecek ilaç kullanıp kullanmadığının tespitidir. Vulvada görülen klasik tip LP kendini sınırlayan form olduğu için semptomatik tedavi yeterli olur. Tedavide orta potent kortikosteroidler ve emolientler çoğu zaman yeterlidir. Betametazon valerat %0,1 merhem 4-6 hafta günde 2 kez, 6 hafta sonra ise semptomların şiddetine bağlı olarak gerektiği zaman kullanılabilir. Hipertrofik LP’de klobetazol propiyonat %0,05 merhem 3 ay günde 2 kez kullanılır. Birinci ve üçüncü ayda hastanın tedaviye cevabı değerlendirilir. Tedaviye verilen cevaba göre kortikosteroid azaltılabilir veya intralezyoner triamsinolon asetonid uygulanabilir. Eğer tedaviye cevap az ise skuamöz hücreli kanseri ve vulvar intraepitelyal neoplaziyi ekarte etmek için biyopsi alınmalıdır. Eroziv LP’de de güçlü kortikosteriodler 3 ay boyunca kullanılır, daha sonra hastanın kliniğine göre haftada 1-2 kez uygulanabilir. Eroziv plağa vazelin uygulamak idrarın irritasyon etkisini azaltır. Tedaviye dirençli olgularda topikal kalsinörin inhibitörleri, sistemik azatiyopürin, siklosporin kullanılabilir. Sekonder enfeksiyon varsa kortikosteroidlerle antibiyotik veya antifungal kombinasyonu kullanılabilir (29-36). İntroital daralma veya labial yapışıklık varsa cerrahi düzeltme, nadiren üriner retansiyon nedeniyle de acil cerrahi müdahale gerekebilir (35).
LP’nin liken sklerozisten (LS) ayırımı yapılmalıdır. Histopatolojik inceleme ayırımda yardımcıdır. Ayrıca likenoid ilaç reaksiyonu da dışlanmalıdır (3).
Liken Sklerozis
LS’nin ilk kez 1889’da Hallopeau tarafından klinik tanımı, 1892’de ise Darier tarafından histolojik tanımı yapılmıştır. Başlangıçta LP’nin bir varyantı olarak da değerlendirilen LS’nin terminolojisinde de farklılıklar görülmüştür. Lökoplaki, liken albus, kraurozis vulva ve liken sklerozus et atrofikus olarak adlandırılan bu dermatozun UVHÇG tarafından LS olarak adlandırılmasına karar verilmiştir (19,35). LS anogenital bölgenin kaşıntı, atrofi, fissür ve hiperkeratozla seyreden, vulvanın anatomik yapısında bozulmanın görüldüğü dermatozdur. LS’de skarlaşma ve maligniteye kadar değişen komplikasyonlar görülebilir (3,19,35).
LS kadınlarda erkeklerden 6-10 kat daha fazla görülür. Çocukluk ve postmenapozal olmak üzere iki pik dönemi vardır. İnsidansı postmenapozal kadınlarda 51,9/100,000 olarak tahmin edilmektedir (36-38). LS’nin etiyolojisi bilinmemektedir, ancak ailevi olguların olması nedeniyle genetik geçişin, vitiligo, morfea ve tiroiditlerle birlikteliğinin görülmesi nedeniyle de otoimmünitenin rol alabileceği düşünülmektedir. Ayrıca enfeksiyonlarda etiyolojide suçlanmaktadır (3,36).
LS’de vulva ve/veya perianal bölgede inatçı kaşıntı, defekasyonda ağrı, disparuni, dizüri, çocuklarda ise kaşıntının yanı sıra konstipasyon ve üriner şikayetler olabilir. LS hem çocuklarda hem de yetişkinlerde asemptomatik de seyredebilir (37,38). Klinik muayenede anogenital bölgede atrofi ve fil dişi beyazı görünüm hakimdir. Ekimoz, ödem, bül, fissür ve erozyon görülebilir. Labia minör, labia majörün iç kısmı, klitoris ve genitokrural katlantı en sık tutulan yerlerdir. Hastaların %60’ında perianal bölgede de lezyonlar görülür. Vulva ve perianal bölgede sekiz şeklinde tutulum görülür. Vajinada hiç bir zaman lezyon görülmez. Hastaların %10’unda sırt, bel ve meme altında atrofik, üzerinde foliküler tıkaçların bulunduğu morfea benzeri plaklar görülebilir. LS’nin bül ve erode plaklarla seyreden varyantı da bulunmaktadır (35,39-44). LS’li çocuklarda istismar düşünülerek yanlış tanı konulabilir. LS’de skuamöz hücreli karsinom gelişme riski %2-5’tir (3).
LS’nin tanısı hikaye ve klinik muayene ile konur. Ancak şüpheli durumlarda biyopsi alınabilir. Histolojik incelemede epidermiste atrofi, retelerde düzleşme görülür. Dermal kollajende hiyalinizasyon mevcuttur. Erken lezyonlarda bant şeklinde lenfosit infiltrasyonu, geç lezyonlarda ise epidermal atrofi, üst dermiste sklerotik kollajen ve derinde bant şeklinde veya diffüz lenfosit infiltrasyonu görülür (35,37).
LS’nin ayırıcı tanısında psoriasis, LP, liken simpleks kronikus düşünülmelidir. LS’de de kaşıntı olduğu için genellikle liken simpleks kronikusla süperempoze olabilmektedir. Ancak liken simpleks kronikusta granüler tabaka kalınlaşmış, irregüler epidermal hiperplazi vardır. LS’deki süperfisiyal dermal skleroz da liken simpleks kronikustan ayırmaya yardımcı olur (3).
LS tanısı konduktan sonra tam kan sayımı, demir düzeyi ve kandida enfeksiyonu olup olmadığı, tiroid fonksiyon testleri ve tiroid otoantikorları araştırılmalıdır. Vulvar sürüntüden bakteri, mantar ve viral kültürler yapılmalıdır. Tedavinin ilk basamağı klobetazol propiyonat gibi süperpotent kortikosteroidlerdir. Günde iki kez ve 3 ay kullanımı birçok hastada etkilidir. Üç ay sonra kortikosteroidler azaltılarak semptomların baskılandığı idame doza geçilir (haftada bir veya iki kez) (37,42,45). Takrolimus ve pimekrolimus gibi kalsinörin inhibitörlerinin de etkili olduğu rapor edilmiştir. Ancak bunlarında teorik olarak malignensi potansiyelleri bulunduğu için komplike olmayan olgularda kullanılmaması tavsiye edilmektedir (35,46,47). Şiddetli ve tedaviye cevap vermeyen LS olgularında literatür verileri sınırlı olmakla birlikte sistemik metotreksat, asitretin ve metotreksatla birlikte puls metilprednizolon tedavisi uygulanabilir (48,49). Tedaviden sonra nüks eden olgularda sekonder enfeksiyonlar, kontakt dermatitler ve malignensiler mutlaka ekarte edilmelidir (35).
Vulvanin Vezikülobüllöz Dermatozlari
Vezikülobüllöz hastalıklar deri ve mukozalarda sık görülmektedir. Sadece genital bölgede nadir görülür ve özellikle çocuklarda cinsel istismar olabileceğini düşündürerek bazen yanlış teşhis edilebilir (50).
Skatrisyel Pemfigoid
Skatrisyel pemfigoid klinikte genital mukozalar dahil tüm mukozalarda bül ve erozyonlarla görülebilir. Daha çok konjonktiva ve oral mukozada görülür, ancak vulva tutulumu büllöz pemfigoide göre daha fazladır. Skatrisyel pemfigoid LS olarak yanlış tanı alabilmekte, ayrıca çocuklarda da istismarla karışabilmektedir. Lezyonlar büllöz pemfigoide skar dışında benzer. Nikolski belirtisi negatiftir. Erode plaklar iyileşirken aşırı skarlaşmaya bağlı olarak vajinal stenoza ve labial füzyona neden olabilir (3).
Histolojik incelemede subepidermal bül, nötrofil, histiyosit ve lenfositlerden oluşan hücre infiltrasyonu ve daha az sayıda eozinofiller görülür. DİF incelemede 180 kDa minör BPAg ve epilegrine karşı gelişen antikorlar görülür (8,51).
Lineer IgA Hastaligi
Lineer IgA hastalığı ilk kez 1979 yılında Jablonska ve Chorzelski (51) tarafından tanımlanmış, genellikle 60-65 yaş arası kadınlarda görülen bir hastalıktır. Alt abdomende, pelvik, ingüinal ve genital bölgede annüler lezyonlar veya mücevher kümeleri şeklinde görülür. Lezyonlar genellikle kaşıntılıdır, 24 saat içinde ülsere olarak kabuklanır. Erüpsiyonu bakteriyel, viral enfeksiyonlar veya vankomisin gibi ilaçlar başlatabilir (3).
Lineer IgA hastalığının histolojik incelemesinde subepidermal bülde eozinofillerle birlikte nötrofil hakimiyeti vardır. Nötrofil hakimiyeti büllöz pemfigoidden ayırımına yardımcı olur. Lezyonlu ve perilezyoner derinin DİF incelemesinde bazal membran zonunda lineer yerleşimli IgA depozitleri görülür. Lineer IgA hastalığının ayırıcı tanısında dermatitis herpetiformis düşünülebilir. Ancak dermatitis herpetiformis vulvada nadir görülür (3).
Akantolitik Patern
Hailey-Hailey Hastalığı
Hailey-Hailey hastalığı otozomal dominant kalıtılan, suprabazal vezikül ve büllerin görüldüğü, akantolitik bir dermatozdur. Genç erişkinlerde eroziv, skuamlı plaklar ve verrü benzeri papüllerle seyreder ve sıklıkla intertriginöz bölgelere yerleşir. Sıcaklık, terleme ve friksiyon lezyonları artıran faktörlerdir. Stafilokok, kandida ve herpes virüs enfeksiyonları yaygın görülür. Vulva sıklıkla tutulur, hatta ilk başlangıç yeri olabilir (52,53). Literatürde izole vulva tutulumlu olgular bildirilmiştir. Bu lezyonların kaşıntılı erozyon şeklinde başladığı, sentrifugal yayıldığı, krutlanma ve kötü koku oluştuğu bildirilmiştir. Rezolüsyon döneminde hipopigmentasyon olabilir ancak skar görülmez. Hastaların %70’inden fazlasında asemptomatik longitudinal beyaz çizgi görülebilir. Kandida albikans, Stafilokokus aureus ve Herpes virüse bağlı süperenfeksiyonlar olabilir. Nadiren Hailey-Hailey hastalığı zemininde skuamöz hücreli kanser gelişebilir (3).
Hailey-Hailey hastalığının histopatolojik incelemesinde intraepidermal akantolizis görülür. DİF inceleme negatiftir. Ayırıcı tanıda Darier hastalığı, psoriasis, egzama ve verrüler düşünülmelidir. Ayırımda klinik ve histopatolojik özellikler yol göstericidir. Tedavide hastaya sürtünmeyi önleyici kıyafetler giymesi önerilmelidir. Antifungal ve antibakteriyel içeren kombine kortikosteroid preparatlar faydalıdır. Oral antibiyotiklerin ve aralıklı oral kortikosteroidlerin etkili olduğu bildirilmektedir (3,19).
Darier Hastaligi
Darier hastalığı sıklıkla seboreik bölgelere yerleşen perifoliküler yerleşimli, verrüköz görünümlü papüllerle karakterize dermatozdur. Genellikle puberte döneminde başlar. Otozomal dominant kalıtılan hastalıkta akantoliz ve diskeratoz görülür. Bu hastalarda nadiren başlangıç lezyonları vulvada görülebilir. Ayırıcı tanıda verrüköz diskeratoma ve Hailey-Hailey hastalığı düşünülmelidir (3,8,52).
Papüler Genitokrural Akantolizis
Papüler genitokrural akantoliziste genitokrural alanda sıklıkla grube papüller görülür. Ayrıca vezikül, bül, patch ve plak gibi farklı klinik bulgularla da karşımıza çıkabilir. Son dönemlerde papüler genitokrural akantolizisin Hailey-Hailey hastalığının sınırlı bir varyantı olabileceği öne sürülmektedir (3).
Papüler genitokrural akantolizisin histopatolojik incelemesinde intraepidermal akantolizis, grain ve corps rond içeren diskeratotik hücreler görülür. DİF inceleme negatiftir. Ayırıcı tanıda Darier hastalığı ve Hailey-Hailey hastalığı düşünülmelidir. Darier hastalığında ATP2A2 kalsiyum pompa gen mutasyonu, Hailey-Hailey hastalığında ise ATP2C1 gen mutasyonu vardır, oysa papüler genitokrural akantolizis sporadiktir (3).
Granülomatöz Patern
Crohn hastalarının %30’undan daha fazlasına anogenial lezyonlar eşlik eder. Metastatik Crohn hastalığında vulvada lezyonlar görülmekle birlikte genellikle başlangıçta doğru teşhis konulamamaktadır. Anogenital deride ve özellikle fleksural alanlarda ödem, endurasyon, ülser veya kronik fissürler ve akıntılı sinüslerden oluşan lezyonlar görülür. İnterlabial sulkusta bıçak kesiği şeklinde fissür karakteristiktir. Tanı klinik görünüm, lezyonların biyopsisi ve intestinal şikayetler olmasa bile tüm barsak mukozasının incelenmesiyle konur. Histolojik bulgular nonspesifiktir ve özellikle barsak tutulumu yoksa hidroadenitis süpürativadan ayırımı güç olabilir. Piyoderma gangrenozum, Behçet hastalığı ve kronik atipik enfeksiyonlardan ayırıcı tanısı yapılmalıdır (19,54).
Crohn hastalığının tedavisi zordur ve multidisipliner bir tedavi yaklaşımını gerektirir. Lezyonlar barsakların tedavisi için verilen oral steroidler, metranidazol gibi antibiyotikler, azatiyopürin ve siklosporin gibi ilaç tedavilerine cevap verir. Ayrıca infliksimab ve metotreksat tedavisine olumlu cevap veren olgular da literatürde yer almaktadır. Topikal olarak güçlü kortikosteroidler ve takrolimus etkilidir (55).
Melkersson-Rosenthal vulviti granülomatöz vulvit olarak da adlandırılır. Persistan labial ödemle karakterizedir. Histopatolojik olarak derin dermiste nonkeratinize epiteloid hücre granülomları, lenfosit hücre infiltrasyonu görülür. Crohn hastalığıyla ayırımı oldukça zordur. Her iki hastalığın birbirleriyle ilişkili olabileceği de ileri sürülmektedir. Akut alevlenmelerde intralezyoner veya sistemik kortikosteroidler kullanılabilir. İdame tedavide metranidazol, danazol, klofazimin ve antimalaryallerin kullanımıyla ilişkili farklı sonuçlar bildirilmiştir. Kronik lenf ödeme ve fibrozise sebep olabilir (4).
Vaskülopatik Patern
Plazma Hücreli Vulvit
Garnier (56) 1957’de ilk kez postmenapozal kadınların vulvasında eritematöz plaklarla karakterize nadir görülen kronik enflamatuvar bir hastalık olarak tanımlamıştır. Bunun daha önce 1952’de Zoon (57) tarafından tanımlanan olgulara benzediği görülmüş ve Zoon vulviti, vulvitis sirkumskripta plazma selülaris ve son zamanlarda da idiyopatik lenfoplazma sellüler mukozitis-dermatitis olarak rapor edilmeye başlanmıştır (3).
Zoon vulviti sıklıkla orta yaş kadınlarda labia minör, vestibulum ve üretral meatusta parlak, kırmızı, kahverengi, keskin sınırlı plak veya patch şeklinde görülür. Zoon vulviti etiyolojisi tam olarak bilinmeyen, kronik friksiyon ve bölgenin nemliliğinden dolayı oluşan nonspesifik histolojik bir paterndir (58,59). Zoon vulviti asemptomatik olabilmekle birlikte kaşıntı, yanma, disparuni, dizüri, vajinal akıntı ve silmeyle birlikte kanama şikayetleri olabilir. Histolojik bulgular nonspesifiktir; yüzeyel erozyon, üst epidermiste nötrofiller görülür. Reteler kaybolabilir ve spongioz eşlik edebilir. Çoğu plazma hücresi olmak üzere dermiste yoğun likenoid infiltrasyon, dilate damarlar ve bunların çevresinde hemosiderin depozitleri görülür. Geç lezyonlarda epidermiste atrofi, dermo-epidermal ayrılma olur (28,58).
Ayırıcı tanıda LP, vulvar intraepitelyal neoplazi, meme dışı Paget hastalığı ve fiks ilaç erüpsiyonu düşünülmelidir (3).
Tedavide dizüri için barier fonksiyonu sağlamak amacıyla vazelin petrolatum jel veya topikal %5 lidokain kullanılabilir. Topikal kortikosteroidlerin, mizoprostol ve intralezyoner α-interferonun bazı hastalarda faydalı olduğu gösterilmiş, takrolimusun etkinliği gösterilememiştir. Son yıllarda literatürde imiquimod tedavisinin etkili olduğunu bildiren olgu bildirimleri yer almaktadır (60-63).
Behçet Hastalığı
İlk kez 1937’de Behçet (64) tarafından oral, genital ülser ve üveit triadı olarak tanımlanmıştır. Artık multisistemik bir hastalık olarak değerlendirilen Behçet hastalığı 1990’da ‘Uluslararası Behçet Sendromu Çalışma Grubu’ tarafından belirlenen tanı kriterlerine göre değerlendirilmektedir. Genital ülser olguların yarısından fazlasında görülür ve kadınlarda erkeklerden daha sıktır. Behçet hastalığının diğer bulguları yokken vulvada aftöz ülserler görülebilir. Vulva ülserleri sıklıkla labia minörde yerleşir, rekürren ve ağrılıdır. Nadiren vajinada da ülser görülebilir. Ülserler iyileşirken genellikle (%66) skarla iyileşir (3,19,65).
Behçet hastalığının histolojik bulguları nonspesifiktir. Ayırıcı tanıda genital ülsere neden olan bakteriyel ve viral enfeksiyonlar, Crohn hastalığı ve Reiter hastalığı düşünülmelidir (3).
Behçet hastalığının tedavisinde kolşisin, talidomid, dapson, kortikosteroidler, levamizol ve immünsüpresif ilaçlar kullanılır. Hafif genital ülserlerde topikal kortikosteroidler etkilidir. Alli ve ark. (66) çalışmalarında büyük genital ülsere intralezyoner rekombinant human granülosit/makrofaj koloni stimülating faktör enjeksiyonunun etkili olduğunu göstermişlerdir (19, 65-67).
Aftöz Ülserler
Vulvar aftöz ülserler karakteristik olarak oral aftlara benzerler. Sıklığı ve etiyolojisi bilinmemektedir. En sık labia minörün iç kısmında görülür. Lezyonlar düzensiz kenarlı, 1-2 mm derinliğinde ve etrafı eritemle çevrilidir. Vulvada görülen aftöz ülserin 1913 yılında Lipschütz ülseri olarak adlandırılan spesifik bir varyantı tanımlanmıştır. Lipschütz ülserinde bir ya da daha fazla ülser vardır, ağrı ve halsizlik eşlik eder. En sık bekar kadınlarda, daha çok labia minörün iç yüzünde görülür ve labia minörlerin birbirlerine bakan yüzünde ülserler vardır. Ödem ve eritem eşlik eder ve psödomembranöz eksuda veya kahverengi eskar gelişebilir. Etiyolojisi bilinmemekle birlikte Epstein-Barr virüs ve influenza A virüs enfeksiyonlarıyla ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Ayırıcı tanıda vulvada akut ülsere neden olan tüm etkenler düşünülmelidir. Vulvar aftöz ülser kendi kendini sınırlar ve spontan olarak iyileşir. Semptomatik olarak topikal ve sistemik kortikosteroidler verilebilir (4).
Sonuç
Vulvar hastalıklar UVHÇG’nin yaptığı sınıflamalarda da görüldüğü gibi birçok hastalığı içermektedir. Vulvar hastalıklara doğru yaklaşım için bazı ülkelerde dermatolog, jinekolog ve ürologtan oluşan farklı disiplinlerin yer aldığı vulva klinikleri yer almaktadır ve bu konuda yapılan çalışmalar her geçen gün artmaktadır (25). Ulusal literatürde vulvar hastalıklarla ilgili veriler oldukça kısıtlıdır. Küçükünal (68) yaptığı tez çalışmasında dermatoloji polikliniğine başvuran yaklaşık her 5 kadın hastadan birinde vulvar hastalık tespit etmiştir. Ülkemizde vulvar dermatozlarla ilgili veriler elde edebilmemiz için kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu derlemede literatür ışığında vulvar hastalıklara dikkat çekmek amaçlanmıştır.
Etik
Hakem Değerlendirmesi: Editörler kurulu tarafından değerlendirilmiştir.
Yazarlık Katkıları
Konsept: Nursel Dilek, Yunus Saral, Dizayn: Nursel Dilek, Yunus Saral, Veri Toplama veya İşleme: Nursel Dilek, Analiz veya Yorumlama: Nursel Dilek, Yunus Saral, Literatür Arama: Nursel Dilek, Yunus Saral, Yazan: Nursel Dilek.
Çıkar Çatışması: Yazarlar bu makale ile ilgili olarak herhangi bir çıkar çatışması bildirmemiştir.
Finansal Destek: Çalışmamız için hiçbir kurum ya da kişiden finansal destek alınmamıştır.