Giriş
Diskoid lupus eritematosus (DLE), genetik yatkınlığı olan bireylerde hormonal ve çevresel faktörlerin etkisiyle ortaya çıkan, aktivasyon ve remisyon dönemleriyle seyreden, kronik otoimmün bir hastalıktır. En önemli çevresel faktörlerden olan ultraviyolenin lezyonları başlatabileceği ve mevcut lezyonları şiddetlendirebileceği bildirilmiştir. Lezyonlar eritemli, skuamlı papül veya makül olarak başlar. Zamanla keratin tıkaç, atrofi ve telenjiektazi izlenen plaklar gelişir. Lezyonlar hiperpigmentasyon veya hipopigmentasyon bırakarak geriler. DLE genel olarak 20 ile 60 yaş arasında görülmekle birlikte, çocuk olgulara da nadiren rastlanılmaktadır. DLE tanısı konulan hastaların %3’ünde hastalık 10 yaşından önce başlamaktadır (1,2).
Bu makalede polikliniğimizde DLE tanısı koyduğumuz iki çocuk olgu sunulmakta ve literatür bilgileri tartışılmaktadır.
Olgu Sunumları
Olgu 1
Sekiz yaşında erkek çocuk hasta polikliniğimize alt göz kapağında yaralar nedeniyle başvurdu. Yaralar dört ay önce başlamıştı. Hasta dermatoloji polikliniğine başvurmuş ve kontakt dermatit tanısı ile topikal kortikosteroid verilmişti. Tedaviyi düzenli kullanmasına rağmen herhangi bir düzelme olmayınca tarafımıza başvurmuştu. Yapılan dermatolojik muayenede her iki göz kapağı altında simetrik yerleşim gösteren, pigmente ve atrofik karakterde, sınırları belirgin plaklar görüldü (Resim 1). Lezyondan bir adet punch biyopsi örneği alındı. Biyopsi örneğinde, epidermisde fokal hipergranüloz, bazal tabakada vakuoler dejenerasyon, dermisde eosinofilik sitoid cisimcik, melanofajlar ve periadneksiyal lenfosit infiltrasyonu görüldü (Resim 2). Histokimyasal incelemede PAS ve alcian blue ile boyamada müsin artışı vardı (Resim 3). Bu klinik ve histopatolojik bulgular eşliğinde olguya DLE tanısı kondu. İstenen tam kan sayımı, serum biyokimyasal analizi, sedimentasyon hızı, C-reaktif protein seviyeleri, tam idrar incelemelerinde ve akciğer grafisinde özellik yoktu. Antinükleer antikoru (ANA) ve anti-dsDNA antikoru negatifti. Hastaya güneş koruyucu krem ve topikal pimekrolimus başlandı. Ancak hasta kontrollere gelmediği için takibi yapılamadı.
Olgu 2
Dört yaşında erkek çocuk olgu sağ yanak bölgesinde iki ay önce başlayarak giderek göz altına uzanan kızarık yara nedeniyle tarafımıza başvurdu. Dermatolojik muayenede sağ göz altında 3x4 cm çaplı eritemli yer yer telenjiektazik alanlar içeren plak görüldü (Resim 4). Ek olarak burun üzerinde atrofik lezyon mevcuttu. Aktif lezyondan alınan biyopsi örneğinde epidermisde keratin tıkaçları, bazal tabakada fokal vakuoler dejenerasyon, dermisde kollajen liflerde kalınlaşma, deri ekleri ve vasküler yapılar etrafında hafif şiddette lenfosit infiltrasyonu görüldü (Resim 5). Tam kan sayımı, serum biyokimyasal analizi, sedimentasyon hızı, C-reaktif protein seviyeleri, tam idrar incelemeleri ve akciğer grafisinde özellik saptanmayan hastanın, ANA testi negatifti. Hastaya DLE tanısı konularak güneşten korunma önerildi ve topikal pimekrolimus başlandı. İki ay sonraki kontrolde lezyonun önemli oranda gerileme gösterdiği saptandı (Resim 6).
Tartışma
DLE çocukluk çağında nadir olarak görülmektedir. İki yaş altındaki sıklığı %2 olarak bildirilmiştir. DLE’li hastaların %5’inde hastalık 16 yaşından önce başlarken, %3’ünde 10 yaşından önce başlamaktadır (2-4). Erişkin hastalarda kadınlarda erkeklerden iki ila beş kat fazla görülmektedir. Çocuk çağındaki DLE ile ilgili 1998 yılında Mokhtar ve ark.’nın yaptığı çalışmada kadın/erkek oranı 7/2 olarak bildirilmesine rağmen daha sonraki yıllarda yapılan çalışmalarda çelişkili sonuçlar rapor edilmiştir. Bu nedenle çocukluk çağında cinsiyet farklılığın olmadığı düşünülmektedir (5). Klinik seyre bakıldığında çocuk olgularda da erişkinlere benzer şekilde diskoid lezyonlar meydana gelmektedir. Lezyonlar skuam, foliküler tıkaç, skar, atrofi gibi değişiklikler gösterebilmektedir. Lokalizasyona bakıldığında daha çok güneş gören yerlerde görüldüğü dikkati çeker. Yüz en sık tutulan bölge olmasına rağmen; kulak, skalp ve daha az oranda kol ve bacakta da lezyonlar oluşabilmektedir. Lokalize hastalıkta boyundan yukarı bölgede tutulum oranı %56 iken, jeneralize hastalıkta bu oran %44’dür. Fotosensitivite ortalama %40-100 oranında bildirilmiştir (1,6). Histopatolojik değerlendirmede epidermisde keratin tıkaçlar, bazen atrofi, bazal tabakada likefaksiyon dejenerasyonu, dermisde ödem ve fibrinoid dejenerasyon, perivasküler ve periadneksiyal lenfosit infiltrasyonu görülmektedir. İmmunfloresan incelemede 6 haftadan eski lezyonların %80’ninde dermoepidermal bileşkede kompleman veya immunglobulin birikimi gözlenir. Yine de immun birikim olmaması tanıyı dışlamaz (1,3,4,6). Laboratuvar parametreleri tam kan sayımı, serum biyokimyasal analizi, sedimentasyon hızı, C-reaktif protein, tam idrar tahlili ve ANA içermektedir. ANA pediatrik olguların %26-63 arasında pozitif olarak saptanmıştır (1,6).
DLE’li erişkin hastaların %5’inde sistemik forma dönüşüm görülür. Erişkin hastalarda jeneralize deri lezyonlarının varlığı, anemi ve lökopeni görülmesi, sedimentasyon hızında artış olması, yüksek titrede ANA ve anti-dsDNA pozitifliği, artralji veya artrit olması, periungual telenjiektazi, difüz skarsız alopesi, jeneralize lenfadenopati, erken başlangıç yaşı, Raynaud fenomeninin varlığı, gibi faktörler bu riski artırır (7). Healy ve ark., risk oranını %5,4 olarak bildirmişlerdir (1).
DLE tanısı konulan bir hastada, SLE tanı kriterleri sorgulanmalıdır. Yüzde, yanaklarda ve burun üzerinde nazolabial alanların korunduğu sabit bir eritem olması, fotosensitivite, oral ülserler klinik tanı kriterleridir. Bunun yanında laboratuvar parametrelerinin bakılması gerekir. Tam idrar tetkikinde proteinüri, tam kan sayımında lökopeni veya lenfopeni gibi bulgular olması, anti-dsDNA veya ANA pozitifliği, konvülziyonlar, artrit ve serözit varlığı diğer tanı kriterleridir. Bu kriterlerin dördünün pozitif olması SLE tanısı koydurur (7).
Çocuk hastalarda sistemik lupus eritematozus (SLE) gelişim riski erişkinlerden daha yüksek oranda saptanmıştır (%25-30). Ancak SLE gelişimi açısından, erişkinlerdeki gibi net olarak belirlenmiş risk faktörleri yoktur. Çalışmalarda farklı sonuçlara varılmıştır. Moises-Alfaro ve ark.’nın bildirdiği olgu serisinde, 10 yaş altında DLE başlaması ile 10 ila 16 yaş arasında DLE başlaması arasında SLE progresyonu riski açısından herhangi bir fark olmadığı ancak ailede romatolojik hastalık hikayesi olmasının risk faktörü olabileceği söylenmektedir. Araştırmacılar, takip ettikleri hastalarda deri lezyonlarının yaygınlığı ile SLE gelişim riski arasında korelasyon saptamadıklarını belirtmişlerdir (6). Sampaio ve ark.’nın bildirdiği 34 olguluk seride, SLE gelişimi %23,5 oranında saptanmıştır. DLE’li hastaların %24’ünde, SLE’li hastaların %87’sinde yaygın deri lezyonları olduğu görülmüştür. Bu nedenle, bu çalışmada yaygın deri lezyonlarının olmasının erişkin hastalara benzer şekilde kötü prognozla ilişkili olduğu sonucuna varılmıştır. Araştırmacılar, en sık sistemik bulgular olarak artralji ve Raynaud fenomenini saptamışlardır (8). Çocuk hasta grubunda, sistemik forma dönüşüm açısından tekrarlayan laboratuvar incelemelerinin gerekli olduğu söylenmektedir (3-6).
DLE lezyonları klinik olarak polimorf ışık erüpsiyonu, granuloma annulare, sarkoidoz, psödolenfoma, lupus vulgaris ve liken planusla karışır. Liken planus dışındaki hastalıklardan histopatolojik özellikleriyle kolayca ayrılır. Liken planusda da interfaz dermatiti özellikleri görülmektedir. Ancak DLE’de liken planusun aksine epidermisde akantoz yerine atrofi izlenir. Ayrıca, dermisde lenfosit birikimi daha çok perivasküler veya periadneksiyal alanda yoğunlaşmaktadır. Bunlara ek olarak immunfloresan incelemede dermo-epidermal bileşkede lineer immunglobulin ve kompleman birikimi olması ayırımı sağlar (6). Fenniche ve ark.’nın, 14 yıllık takip süresinde tanı koydukları altı olguluk (üç kız, üç erkek) serilerinde, üç hastada DLE, üç hastada ise SLE mevcuttu. Bu hastaların yaşları 10 ila 12 arasında değişmekteydi. Hastaların hepsinde fotosensitivite bildirilmişti. Araştırmacılar DLE’li hastaların birinde lezyonların boyun ve gövdeye yayıldığını, ancak laboratuvar parametrelerinde değişiklik olmadığını kaydetmişlerdir. Yine de SLE gelişimi için takip sürelerinin yeterli olmadığını belirterek uzun dönem takibin gerekli olduğu sonucuna varmışlardır (5). Gysel ve ark., yaşları iki ile sekiz arasında değişen beş DLE’li çocuk hastada (üç kız, iki erkek), yanak, skalp ve kulakta lokalize lezyonlar saptadıklarını bildirmiştir. Makalede biyokimyasal parametrelerde özellik bildirilmemiştir. Yazarlar, olgularında SLE gelişimini %24, aile öyküsünü %40 oranında saptadıklarını kaydetmişlerdir (1). Daha sonraki yıllarda, çocukluk çağında görülen DLE ile ilgili olgu serileri bildirilmiştir. Meksika’dan rapor edilen bir seride fotosensitiviteye %81 oranında rastlanılmış ve 10 yaş altı çocuklarda, hiperpigmentasyon önemli bir klinik özellik olarak belirtilmiştir (4).
Çocuklarda DLE ile ilgili izole olgu bildirileri de mevcuttur. Rai, dört yaşında bir çocukta yüzden başlayarak güneş gören diğer bölgelere uzanan eritemli-skuamlı plakların meydana geldiğini bildirmiş, sistemik tutulum saptamadığını belirtmiştir (9). Bansal ve ark., DLE’li iki çocuk hasta bildirmiştir. Tedavide hastalara kısa dönem topikal steroid kullanımından sonra topikal takrolimus başlanmış ve iki aylık tedavi sonrası deri lezyonlarında gerileme görülmüştür. Yazarlar, takiplerde sistemik tutuluma rastlamadıklarını belirtmişlerdir (10).
Çocuklarda DLE tedavisinin amacı hastalığın aktivitesini kontrol etmek ve skar, atrofi, dispigmentasyon gibi yan etkilerin gelişimini önlemektir. Güneşten koruyucu kremler ve güçlü kortikosteroidler birinci seçenek olarak kullanılmaktadır. Tedaviye yanıt vermeyen olgularda oral antimalaryal ilaçlar bölünmüş dozlarda kullanılabilmektedir. Son yıllarda, topikal kortikosteroidlerin atrofi, telenjiektazi gibi yan etkileri nedeniyle özellikle çocuk hasta grubunda topikal kalsinörin inhibitörlerinin kullanımı gündeme gelmiştir. Topikal kalsinörin inhibitörleri, T hücrelerinden interlökin (IL) IL-2, IL-3, IL-4, IL-5, TNF-alfa ve IFN-gama gibi sitokinlerin salınımını inhibe ederek etki göstermektedir. Bu ajanlarla deride hafif şiddette yanma ve sıcaklık hissi gibi yan etkiler görülebilmektedir (11,12).
Takip ettiğimiz iki hastada, literatürdeki olgu serileri ve olgu bildirimlerine benzer şekilde güneş gören alanlara lokalize lezyonlar saptadık. Hastalarımızda fotosensitivite, oral ülser ve ailede lupus veya romatolojik hastalık öyküsü yoktu. Sistemik tutulum açısından yaptığımız incelemeler normal olarak değerlendirildi. Hastalarımıza tedavi olarak takrolimusa göre daha lipofilik ve molekül ağırlığı daha fazla olan bu nedenle sistemik dolaşıma geçme riski daha düşük olan topikal pimekrolimus başladık. Bir hasta kontrole gelmediği için takibi yapılamadı. Ancak diğer hastada lezyon gerileme göstermiş ve yanma dışında yan etki oluşmamıştı.
Sonuç
DLE çocuk hastalarda nadir olarak görülmektedir. DLE tanısı konulan hastalarda SLE’nin diğer tanı kriterleri sorgulanmalıdır. Çocukluk çağında SLE gelişimi erişkinlerden daha yüksek oranda bildirilmiştir. Bu nedenle klinisyenler, çocuk hastaları uzun dönem takip etmeli, ANA testini ve diğer laboratuvar incelemelerini düzenli olarak yaptırmalıdırlar.